‘Etik’ sözcüğü son on-on beş yılda moda oldu. Etik ‘Etik’
sözcüğü son on-on beş yılda moda oldu. Etik başlıklı kitabımı
ilk yayımladığım 70’li yıllarda, etikle uğraşmak modası geçmiş
bir iş sayılırdı. Oysa birbirimizle ilişkilerimizde her yapıp
ettiğimizde, her kararımızda etik değer sorunları söz konusu.
Etiğe ilginin canlanmasında çeşitli etkenler rol oynamıştır. Ne
var ki, bugün moda olan, felsefenin bir alanı, bilgisel bir alan
olarak etik değildir. Moda olan, “meslek etikleri” denilen
etiklerdir. Bunların en eskileri bio-medikal etik veya bioetik
ve basın etiğidir. Şu anda çeşitli meslekler ve hizmet alanları,
kendi etiklerini geliştirme çabasında.
“Etik”le ilgili gördüğümüz yeni bir gelişme de, bütün kültürlere
saygı talebinin ve postmodernizmin norm sorunlarına relativist
yaklaşımının “her şey olur” (anything goes) ilkesinin yarattığı
kargaşa karşısında, bazı çevrelerde “evrensel bir etik” veya
“evrenselleştirilebilir bir etik” ya da “global bir etik”
geliştirme girişimleridir.
Etikle ilgili bu girişimlerde çeşitli epistemolojik
karıştırmalar dikkat çekiyor. Bu karıştırmalar da, benim
görebildiğim kadarıyla, etiği, bugün gündeme getiren ihtiyaçlara
cevap verebilecek şekilde geliştirilmesine engel oluyor.
Bu
nedenle, etik teriminin anlamca açıklığa kavuşturulması ve
‘etik’ sözcüğüne bugün yüklenen farklı kavramsal içeriklerin
ayırdedilmesi, yalnızca etiğin teorik geliştirilmesinde ilk adım
olarak değil, aynı zamanda özel, kamusal ve meslek yaşamımızda
adım başında karşılaştığımız etik problemler karşısında doğru ya
da değerli eylemde bulunabilmek için zorunlu görünüyor.
Bu
ayrımları yapmak için, burada, ‘etik problem’ denilen çeşitli
problemler arasındaki bazı epistemolojik ve ontolojik farkları
göstermeye çalışacağım.
Bir anlamdaki “etik problemler”, felsefenin başlangıçlarından
beri filozofların uğraştığı ana bir soru ya da problem demetini
oluşturuyor: “erdem nedir?”, “adalet nedir?” ve bunlara benzer
birçok soru, Platon’un birçok dialoğunun ve Aristoteles’in
Nikomakhos’a Etikinin merkezindeki konuları oluşturuyor.
Başka bir anlamdaki “etik problemler”, eylemde bulunmak zorunda
olduğumuz günlük yaşamla farkında olsak da, olmasak da doğrudan
doğruya ilgili olan problemlerdir.
Bu
demektir ki, sizin, benim, günlük yaşamımızda ve meslek
yaşamımızda her an karşılaştığımız ve eylemde bulunmak için şu
veya bu şekilde çözmek zorunda olduğumuz etik problemler, bir
filozofun ele aldığı ve cevap bulmaya çalıştığı etik
problemlerden türce farklı problemlerdir: ilkleri, gerçek, bir
defalık problemlerdir. Böyle bir problemle belirli bir kişi,
belirli bir anda, belirli bir durumda karşılaşır; dolayısıyla
ona verilen ve kişinin o durumdaki eylemini belirleyen cevap
(belirli kişinin bulduğu çözüm), yalnızca o belirli probleme
verilen bir cevaptır. Bu sorunları çözmenin reçetesi yoktur;
cevabın her durumda bulunması gerekir.
Oysa ikinci türden etik problemler genel, teorik problemlerdir.
Onlara verilen cevap, felsefî bilgi oluşturur.
Örneğin: “Doğru eylem nedir?” sorusu ile “Bu durumda benim ne
yapmam doğru olur?” sorusu epistemolojik bakımdan farklı şeyler
soruyor. İlk (felsefî) soruya bir cevap, eylemle ilgisinde
‘doğru’ teriminin kavramsallaştırılmasıdır; oysa ikinci soruya
cevap vermek için, kişi, o belirli, gerçek, somut, tek durumda
neyi yapması gerektiğini bulmak zorunda. Bunu da, eyleminin
değeri için farklı sonuçlar yaratan, farklı şekillerde
yapabilir: bir “doğru eylem” kavramına dayanarak yapabilir,
kendisi için geçerli bir norma göre yapabilir, ya da sadece
amacına nasıl ulaşacağını hesap ederek eylemde bulunabilir.
Örneğin “başımı alıp gitmem gerek” diyebilir, ya da “kardeşimden
durumu saklamam gerek” diyebilir. Görüldüğü gibi bu iki cevabın
felsefeyle ilgisi yoktur. Bu son türden problemlere “ahlâksal
problemler” de deniyor.
Ne
var ki, çeşitli meslek etiklerinin şu anda uğraştığı “etik
problemler”, daha önce sözünü ettiğim her iki türden etik
problemlerden farklıdır. Meslek etiklerinin bugün peşinde
oldukları ya da aradıkları şey, normlardır, ama özel türden
normlar. Bu normların, söz konusu mesleği icra edenlerin
hepsinin ve her yerde kararlarını ve eylemlerini belirlemeleri
bekleniyor. Yani aradıkları normlar, kişilerin, sahip oldukları
dünya görüşlerinden, kültürlerinden, ideolojilerinden,
dinlerinden bağımsız olarak uygulanmaları beklenen normlardır.
“Evrensel bir etik” veya “global bir etik” oluşturmaya
çalışanlar da normlar peşindedirler. Aradıkları davranış
normları da, üzerlerinde bir konsensüsün olabileceği normlardır.
Ama aradıkları ya da öne sürdükleri bu normların epistemolojik
özelliklerine hiç mi hiç dikkat etmiyorlar.
Şimdi, “etik problemler” ifadesinin anlamlarının bu açıklığa
kavuşturulması ve bunları farklı çözme yolları, ‘etik’
sözcüğünün günümüzdeki tartışmalarda kullanıldığı üç ayrı ana
anlamını ayırt etmeyi olanaklı kılıyor.
Şöyle:
a)
‘Etik’ sözcüğü bazen ahlâk anlamında, yani; belirli bir grupta,
belirli bir zamanda, kişilerin birbirleriyle ilişkilerinde
değerlendirmelerini ve eylemlerini belirlemeleri beklenen
değerlendirme ve davranış normları sistemleri anlamında
kullanılıyor.
Bunlar yazılı olmayan norm sistemleri, ya da belirli bir
zamanda, belirli bir kültürde neyin “iyi” neyin “kötü” olduğuna
ilişkin norm sistemleri, dolayısıyla kişilerin genel olarak
neleri yapmaları, neleri yapmamaları gerektiğini dile getiren
değişik ve değişken norm sistemleridir. Bu ahlâk normlarını,
etik değerlerle karıştırmamak gerekir -bugün karıştırıldığı
gibi.-
Bu
karıştırmayı ve onun günlük yaşamda yarattığı sonuçları önlemek
için, bu yazılı olmayan norm sistemlerine “ahlâk normları”
diyorum.
b)
Başka bağlamlarda ‘etik’ sözcüğü, bir yazılı normlar bütünü, bir
grup insanın belirli amaçlarla oluşturduğu norm bütünleri
anlamında kullanıyor. Böyle belgeler/kodlar, o amaç için
türetilmiş normlardan ve/veya mevcut normlar arasından seçilmiş,
konsensüsle kararlaştırılmış ve “evrensel” olarak geçerli
kılınmak istenen belgelerdir. Ne var ki, bu belgelerdeki
normlarda çoğu zaman felsefî olarak değerlendirilmemiş normlar
oluyor, dolaysıyla evrensel olabilecek ve olamayacak normlardan
oluşuyor.
Meslek etikleri bağlamında ‘etik’ sözcüğü, ayrıca, böyle
normlarla uğraşan araştırma alanları anlamında da kullanılıyor;
örneğin biomedikal etik hem ilgili normlar bütününü, hem de
bunlarla teknik olarak uğraşan alanı dile getirmek için
kullanılıyor.
‘Etik’ sözcüğünün bu ikinci anlamı, meslek etikleri ve evrensel
etik konularında yapılan tartışmaların gösterdiği gibi, bugün en
yaygın olan anlamıdır.
Yaygın karıştırmalardan ve bu karıştırmaların kamu yaşamında ve
yasamada yarattığı sonuçlardan kaçınma olanağını sağlamak için,
“evrensel” olduğu farz edilen bir tür yazılı norm
kodlarına/bildirgelerine ahlaklılık bildirgeleri ya da kodları
demeyi yeğliyorum. Normları nitelendirdiği zaman da
‘evrensellik’ten: bir normun dünya düzeyinde geçerli olmasını
değil, onun bir epistemolojik-aksiolojik özelliğini, yani
türetildiği ana öncüllerin bilgisel bakımdan bir özelliğini
anlıyorum. Bu özelliklerinden dolayı bu tür normlar, bütün
insanların (çoğu böyle davranmıyorsa da) başka insanlara nasıl
muamele etmeleri ve bütün insanların nasıl muamele görmeleri
gerektiğine ilişkin talepler getiren normlardır.
Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi bu tür temel etik normlar
getirme niyetiyle oluşturulmuştur, bu bakımdan da bir evrensel
ahlâklılık bildirgesi -ya da “evrensel etik”- sayılabilir.
c)
‘Etik’ sözcüğü bir de, insansal bir fenomen olan etik fenomeni
hakkında doğrulanabilir-yanlışlanabilir bilgi ortaya koyan ya da
koyması beklenen felsefe dalını da dile getirmek için
kullanılıyor -her ne kadar, yaygın bir anlayışa göre, bu felsefe
dalı genellikle (ama Aristoteles’in Nikomakhos’a Etikinde ya da
N. Hartmann’ın Etiki örneklerinde olduğu gibi her zaman değilse
de) normatif bir dal sayılıyor olsa da ve bunun sonucu olarak bu
felsefe dalına “normatif-deontolojik etik”, metaetik v.b.
adlarla anılan çeşitli yaklaşımlar varsa da.- Yine, açıklık
sağlamak nedeniyle, isim olarak ‘etik’ sözcüğünü, yalnızca
ilgili felsefe dalı için -etik fenomenini nesne edinen ve bir
bütün olarak aydınlatan, insanlar arası ilişkilerde etik değerin
ve etik değerlerin bilgisini ortaya koyan felsefe dalı için-
kullanmayı yeğliyorum. Etik değer ve etik değerlere ilişkin bu
felsefî bilgi de, herhangi bir ahlâklılık bildirgesinin
geliştirilmesi ve uygulanması için onsuz olamayacak bir koşul
olduğu gibi, günlük yaşamda, belirli durumlarda insan onuruna
zarar vermeden eylemde bulunabilmenin de ana koşuludur.
‘Ahlâklar’ dediğim, genellikle deneysel olarak (bir çeşit
endüksiyonla) türetilen, yazılı olmayan norm sistemleri-biraz
önce sözünü ettiğim koşulları yerine getirdikleri takdirde-
toplulukların kamusal yaşamının gerçeklik koşullarında kişilerin
kendi yararlarını koruma olasılığını artırıyor.
Bugün ‘etik’ adı altında karşımıza çıkan ahlâkların ve
ahlâklılık bildirgelerinin ya da “meslek etiklerinin” de
yaşamımızda önemli bir yeri vardır; ama felsefî bilgiyle
oluşturuldukları ve değerlendirildikleri takdirde ve kendilerine
özgü işlevleri bilindiği takdirde yaşamımızda yerleri vardır.
Yazılı olan bu evrensel ahlâklılık normları, diğer bazı
yararları yanında, yasaların türetilmesinde önemlidir:
Kişiler eylemde bulunmak zorunda oldukları, ama hakkında
yeterince bilgi sahibi olmadıkları durumlarda, kamu yaşamında
-ulusal ve uluslararası düzeyde insan onurunu koruma olasılığını
artırıyor, ama insan onurunu korumayı kayıtsız şartsız güvence
altına almıyor.
Çünkü normlar, etik değer koruyucu kararlar almaya veya eylemde
bulunmaya yetmiyor. Bunun nedeni de, eylemde bulunmak zorunda
olduğumuz her durumun tek-eşsiz olmasıdır. Bir durumda bir norma
uygun davranmak, ama etik bakımdan değersiz davranmak mümkündür.
Kant’ın “ödevden dolayı” ve “ödeve uygun” davranmak ayırımı, iki
kişinin görünüşte aynı davranışının, eylemler olarak değer
farkını açıkça gösteriyor.
Kişiler, normlara uygun davranmaya zorlanabilirler, ama etik
değer korumayı istemeye ve koruyarak eylemde bulunmaya
zorlanamazlar. Buna karşılık, öyle eğitilebilirler ki, bazıları
böyle bir istemeyi edinebilir ve yaşamlarında -bu arada da
meslek yaşamlarında böyle eylemlerde bulunabilmek için gerekli
olan felsefî değer bilgisiyle donanabilir. Çünkü bu isteme ve bu
bilgi, eylemde bulunulacak durumun bilgisiyle birlikte,
belirli-gerçek bir durumda değer koruyarak -veya en az değer
harcayarak- eylemde bulunabilmenin onlarsız olunamayacak
koşullarıdır.
Belirli bir durumda insan onurunu koruma olasılığını artıran bir
evrensel ahlâklılık bildirgesini ve bu arada “meslek etikleri”
oluşturabilmenin asgarî koşullarına gelince; bunlar -benim
görebildiğim kadarıyla-, felsefî etik değer bilgisi ve normlara
ilişkin epistemolojik ve aksiolojik bilgidir. Şu andaki ilgili
tartışmalar, böyle bilgilere - yani bir bütün olarak etik
fenomeninin bilgisineyeterince dayanıyor görünmüyorlar.
Etik değer koruyarak yaşayabilmek ve mesleğimizi etik değer
koruyarak yapabilmek için, normlardan ziyade etik değerin ve
etik değerlerin felsefî bilgisine dayanan felsefî bir eğitime
ihtiyaç vardır. Çünkü böyle bir eğitim, yüz yüze geldiğimiz
durumlarda, insan onurunun nerede tehlikede olduğunu gören bir
göz kazanmamıza yardımcı olabiliyor.
Platon’un diyaloglarındaki Sokrates’in “hiç kimse isteyerek kötü
olmaz” kabulüne ve erdem ile erdemlerin bilgisine olan ihtiyacı
ısrarla vurgulamasına daha çok kulak vermemiz yararlı olur. Bu
da, genel olarak eğitimde ve meslekî eğitimde felsefî etik
eğitimine daha önemli bir yer vermemiz gerektiği anlamına
geliyor.