Afrika’nın kara renkli insanları açlıktan ölürken Amerikalı kara
tenisçi Serena Williams’a, bir turnuva birincisi olarak, bir
buçuk milyon dolar ve bir gümüş kupa verildi. İnsani bütün
kaygılardan soyutlanmış kapitalizmin daha mide bulandırıcı bir
fotoğrafı çekilebilir mi?
Tenis giysili Williams’a kupasını Katar Emir’inin başörtülü
karısı verdi. Bu bağlamda olay, Katar Müslümanı yaşamında bir
devrim de sayılabilir. Bu sahnede ne tenisçi ne emirin karısı ne
de herhangi biri suçlu değil. Serena, Afrikalı cedlerinin
Amerika’ya nasıl getirildiklerini de unutmuş olabilir. Dünyanın
insanları da sömürünün nasıl başladığını unuttukları gibi hâlâ,
sömürüldüklerinin farkında olmuyorlar. Fakat bugüne bakarak
geçmiş için oldukça açık bir sonuca varabilirler.
20. yüzyılın ilk yarısında, Afrika, Hindistan, Güneydoğu Asya,
Endonezya, Filipinler hatta belli bir oranda Çin ve Asya bozkırı
sömürge idi. İslam ülkelerinin tümü de (Bir Hasta Adam sayılsa
da sadece Osmanlı Devleti dışında), sömürge idiler. 19. yüzyıl
ortalarına kadar Güney Amerika da sömürgeydi. 18. yüzyılda
Amerika da sömürgeydi.
Peki, sömürgeciler kimdi? Bilgili, zengin ve dünya egemenliğini
kendi uygarlıklarının ödülü olarak gören Avrupalılar. Son 300
yıllık yeni zaman tarihi anlaşılmazsa bugün hiçbir şey yerli
yerine oturmaz. Bizim toplumun aymazlığı da bu konudaki
bilgisizliğindendir.
Avrupa kökenliler vaktiyle sömürge statüsünde olan Avustralya,
Yeni Zelanda ve Kanada’da bile bugün zengin oldular. Eski
İngiliz sömürgelerinin en zengini ise, boynuzun kulağı geçtiği
Birleşik Amerika’dır. Ona karşın Avrupalı olmayan hiçbir ulus
zengin değildir. Petrol üzerinde oturan birkaç Müslüman şeyhi ya
da kralı çağdaş dünya tarihinde sadece Avrupalılarla ilişkileri
bağlamında yer alıyorlar.
FARKLI SÖMÜRGE DÜZENİ
Avrupalılar zenginliklerini sürdürebilecekleri farklı bir sömürü
düzenini bir ölçüde gerçekleştirdiler. Dünyanın fakir
ülkelerinde küçük gruplarla ortak olup onları araç olarak
kullanıyorlar. Batı’nın yabancı ortakları kendi halklarını Batı
gibi zengin olacakları hayaliyle yaşatmak zorundadır. Bunun
çeşitli yolları var. Önce kendilerinin zengin yani kapitalist
olmaları gerekir. Bu evrensel bir pattern’dir. Rusya’da KGB’nin
nasıl zengin olduğuna bakın. Kullanılan en ilginç yöntem,
karnını doyuramayan ve çocuğunu okutamayan toplumlara otomobil,
cep telefonu ve kredi kartı kullanma gibi sanal araçları bir tür
zengin olma yolu olarak sunmaktır. Bu anlayışın psikolojik
çerçevesini ve felsefesini hazırlayanları da kendi kamplarına
almak yöntemin parçasıdır.
DÜNYANIN EGEMENLERİ
Bilimin, sanayinin, eğitimin, sanatın, sporun en üst sıralarını
işgal etmelerini sağlayan bir kültürün sahipleri olan Batılılar
dünyanın egemenleridir. Fakirler her gün televizyon ekranlarında
onların dünyasını seyreder. Dünyaya gözdağı veren, gerekirse
falakaya yatıran, ve pusulasız cahil kalabalıklara birbirlerini
öldürmek için silah satan, fakir toplumların cahil kütlelerini
birbirleriyle kavga için kışkırtan da, Batılılardır.
Bugün sömürge yapılacak bir ülke kalmadı. İletişim ve ekonomide
evrensel açılımlar, fakir ülkelerin bile sanayi üretimine
katılımına biraz olanak veriyor. Ne var ki bu yarım yamalak
çağdaşlık onları zengin yapmıyor. Geliri 35-40 bin dolar olan
zengin Avrupalılar gelirleri 500-5000 dolar arasında olan fakir
ülkelere kendileri ile eşit olmak için yardımcı olmuyorlar.
Tersine fakirleri sömürmenin yeni yollarını arıyorlar.
Batılı istatistikler, zenginler ile fakirler arasındaki uçurumun
azaldığını göstermiyor. Fakirler ise zaten istatistik yapamıyor.
Batılı toplumların bizden daha gerçekçi ve doğrucu oldukları
kesin. Fakat Batı politikasının insancıl ve demokrat olduğunu
sanan varsa, buna kargalar bile güler. Türkiye’yi üye olarak
almayan AB’nin Türkiye’nin daha zengin olmasına yardım etmesi de
söz konusu değil.
Dünya ekonomisi zengin amcanın yeğenine para vermesi gibi
çalışmıyor. Bu söylenenleri doğrulamak için ulusal gelirlere bir
göz gezdirmek yeter. Bu tabloyu her gün seyretmesine karşın
marka düşkünü Türkiye Batı’yı izleyemiyor. Dünya basını ve bilim
adamları her gün insanları bekleyen bir jeolojik felaketin
senaryolarını yazarken, Türkiye’de politikacıların ve medyanın
uğraştığı konular kanı donduracak kadar boş. Dünyanın zavallı
insanları açlıktan ölmemek için birbirlerinin boğazına sarılır
ve Türkiye kuraktan çatlamış topraklarda enerji krizi
geçirirken, gazete ve televizyonlarda İsmet Paşa ile Fethi bey
arasındaki anlaşmazlıkları anlatıp cumhuriyet için ahkâm kesen
safsata kıraathanesi müdavimleri ayrı bir soruncuk.
Kimse beş on yıl içinde öngörülen kuraklık olursa ne yapacağını
halka söylemiyor. Alternatif enerji sağlayacak bir programa
Türkiye başlayamadı. Enerji sorunu için, bütün iyi huylu ve
Türkiye’de var olan enerji kaynaklarını bırakıp atom enerjisi
kullanacaklarmış. Bir santral kaç yılda yapılır, kaça mal olur,
Türkiye’nin hangi yöresi olası bir felakete feda edilebilir? Kim
başlar kim bitirir? O sırada dünya konjonktürü ne olur? Bu
sorgular bizim kamuoyunu ilgilendirmiyor.
HER TOPLUM KENDİ BACAĞINDAN ASILIYOR
Gelecek kararı sadece kendi elimizde. Irak, Filistin,
Afganistan, Pakistan ortada. Fakir toplumlar için fazla olasılık
yok. Borçlu halkın sırtına petrol ve doğalgaz giderleri biniyor.
Türkiye’de her gazete her gün otomobil satıcılarına reklamcılık
yapıyor. Otomobil hava kirletiyormuş, kenti yaşanmaz hale
getiriyormuş, dış borcumuz artıyormuş kimsenin umurunda değil.
İslam dünyası bizden beter. Taliban’dan kurtulamayan Pakistan’da
yıllık adam başına gelir 930 dolar. Kendi idarecilerinin ve
zengin sınıflarının yere serdiği bir ülke. Mısır, Bangladeş,
Endonezya adam başına gelirleri sırayla 1.500, 462, 1.350 doları
aşmayan fakir ve kalabalık İslam ülkeleri (Sayılar Encyclopedia
Britannica’nın hazırladığı Time Almanac 2009’dan alındı). İran
3.396 dolar geliri ile birkaç atom bombası yapmak peşinde. Yapsa
ne olur, yapmasa ne olur? Mısır’da ve Suudi Arabistan’da
öğretmenler arasında Darwin’i bilen % 8 imiş. Darwin’i öğrenip
ne yapacaklar?
Bağımsız yaşamanın yolu belli. Türkiye’de devletin yapacağı tek
temel iş, kapıya dayanmış tehlikeye karşı bilinçlendirilmiş bir
bilgi toplumu hazırlamak. Yakın tarihin insanlığa mirası, zengin
fakir gözetmeden, kaynaklarını tüketmiş, kalabalık, susuz ve aç
kalabilecek bir dünyadır. Felsefeler, inançlar, bilimler, büyük
kentler, gelişmiş sanayi mutlu bir gelecek hazırlamıyor. Artık
hiçbir toplum Avrupa ve Amerika gibi zengin olmayacak. Batı’da
da zenginlik giderek azalacak. Yağma olanakları azaldı.
Sömürücü kimliği ile dolaşanlar dışında, fakir yaşasalar bile,
dünya milyarları barışsever, onurlu, namuslu, bilgili, hatta
mutlu olmanın başka yollarını aramak zorundalar. Fakirlik yaygın
olunca birbirlerini soyma motivasyonu giderek azalacak. Bu
bağlamda Doğu dünyasının Çin’in, Hint’in mistisizmi ve
Müslümanların sufi öğretisi gelecek dünya vatandaşı idealine
daha uygun düşebilir.
Avrupa Victoria çağının sömürge kabadayılığı, bilim ve
teknolojinin hızlı gelişerek doğanın sırlarını birer birer
çözmesinin verdiği güvenlik ve giderek zenginleşmenin sarhoşluğu
ile 20. yüzyılda kendinden geçti. İki de dünya savaşı üretti.
Oysa Malthus daha 1803’te dünyanın kaynaklarının giderek
azaldığını, dünya nüfusunun geometrik olarak büyüdüğünü, tarımın
giderek azalan ürün vereceğini ve bunun bir felaket olacağını
haber vermişti.
Fakat kapitalizm azgın bir hastalık. Gelecek yıl da elli milyon
kişinin açlıktan ölebileceği öngörüleri yapıldığı bir dönemde
kapitalizm borazanları daha yeni geçen ekonomik krize karşın,
çirkin gürültüleriyle, aptala dönmüş insanlara, daha çok tüketme
çağrıları yapıyorlar.
E.I. Wallerstein “Modern Dünya Sisteminin Krizi” adlı 2004
tarihli bir makalesinde (Contemporary Sociological Theory, Ed.
C. Calhoun ve diğerleri, Blackwell, 2007) sistemin artık
gelişmecilikten (developmentalizm) vazgeçip küreselleşmeci
olduğunu, kapitalin engelsiz dolaşmasını amaçladığını,
kapitalistlerin üretim yerine ortak parasal spekülasyonlarla
uğraştıklarını anlatır.
Fakir ülkelerin, üretme yerine para spekülasyonu yapma şansı
yok. Wallerstein dünya sisteminin Davos’taki para babaları ile,
başka bir dünyanın olasılığına inananlar arasındaki mücadeleye
sahne olduğunu söylüyor. Bizim ünlü jandarma amcamız IMF de
kapitalist mekanizmanın en önemli araçlarından biri. Meğer biz
de zenginler arasındaymışız!
Acaba bu ulus Amerika’da ya da Almanya’da bir öğretmen maaşı ile
Türkiye ya da Pakistan’da bir öğretmen maaşı arasındaki farkın
ne olduğunu hiç merak etmez mi?