Fikir üretme fikri. Fikir
inceleme. Bunlar, insanı insana götürür. Değil mi? Bakın, insanı
başka canlılardan ayıran fikir dünyasıdır. Başka canlılarla
birçok konuda benzerliğimiz var fakat bu konuda tür olarak
yalnızız. Düşündüklerine, tasarladıklarına, coşkularına şekil
verip onları söze veya maddeye dönüştüren insandır. Değer
üreten, onu bir şekilde ortaya koyan insandır. İnsan bunu
amaçlayıp gerçekleştirebilir. Bu olaydır insanı insanlaştıran.
Bu çok önemlidir. Ben, fikir üretme, inceleme, bilgiyi sevdirme
konusunda H. Avni ÖZTOPÇU Hocanın öteden beri öğrencileriyle
sürdürdüğü çabasını destekliyorum. Onu her gördüğümde
kutlamışımdır.
Felsefe nedir?
İnsanın gücü yettiğince evreni kavrama ve düşünme dünyası desek,
bu düşünmeyi düzene sokma ve tutarlı olmak mı desek daha iyi
olur? Bundan daha kapsayıcı ve anlatıcı bir dil bulsak da bir
düzen içinde ortaya koyabilsek! Felsefeyi tanımlamak her zaman
yeterli olamamıştır. Felsefe en çok bilgeliği ve bilgiyi sevmek
olarak bilinir. Her filozofun bu soruya yanıtı kendi görüşünün
içinde yer aldığı bir tanım olarak ortaya çıkar. Bu noktada
uzmanca değil de şöyle aklımıza geleni söylersek; olaylara,
zamana ve mekana toplu ve tutarlı genel bir bakış, bu bakışı
benimseyen, kendine konu eden alan olarak tanımlayabiliriz. Bu
alanda zaman çizgisi üzerinde geçmişten gelerek, adım adım
nelerin düşünüldüğü, nasıl düşünüldüğü, nelerin söylendiğini ve
neleri çözmeye çalıştıklarını düşünmektir. Düşün tarihinde bu
değerlenmeyi yapan önemli felsefeciler vardır.
Bilimsel anlamda olmak üzere bir felsefe tanımı yaparak o tanım
çerçevesi içersinde arayış göstermek, onun özel metotlarını
kullanarak öngörülmüş inceleme çabaları içerisinde değil de çok
genelde benim sanat uygulamalarımda, günlük hayatımın
ayrıntılarında tutarlı kararlar vermede felsefeye yakın durmak
isterim. Her zaman kendimi, başkalarını, doğayı, olup biteni
inceler sorgularım; başarı sağlamak, yeni kazanımlar elde etmek,
durumlar karşısında tutarlı doğruları bulmak, kararlarımı
bilinçli olarak vermek içindir. Her bakımdan düşüncelerimi
düzene sokmak içindir bu.
Başkalarını incelerken çeşitli tutarlılıklarla karşılaşırız.
Birbirinden farklı ama her biri tutarlı düşünme biçimleri
olduğunu görürüz. Biri diğeri gibi düşünmemiştir. Başkası gibi
düşünmek zorunda olunmamıştır. Olunmamalıdır. Hoş görülü olmak
gerekir bu noktada. Buna özellikle önem veriyorum. Çeşitlilik
olması daha iyidir, daha zengindir. Bir kimse benden farklı
düşünüyor ve tutarlıysa onu beğenebilirim de. Düşünen
insanlardan oluşmuş bir toplum özlüyorum. Geleneksel
önkabullerle hareket eden inanç toplumundan çok boyutlu düşünen
topluma dönüşmeliyiz. “Neden benim inandığıma inanmıyor?”
,”Neden benim gibi düşünmüyor?” dememeli. “Benim inandığıma o da
inansın, oda benim gibi düşünsün” denildiğinde çatışma çıkar.
Bundan dolayı geçmişte toplumlar arasında kültürler arasında
büyük çatışmalar ve savaşlar çıkmıştır. Tarihteki savaşların
çoğu bundan dolayıdır. Ama “düşünme” , “düşünüş biçimleri” …
dediğimizde düşünen bireyi bağımsız, kendi içinde bütün olarak
görür, yaşamın bir gerçeği olarak değerlendirmeliyiz. Kimse
benim gibi olmak, benim gibi düşünmek, benim gibi hareket etmek,
benim gibi giyinmek… benim vardığım sonuçlara varmak zorunda
olmamalıdır. Bu böyle olduğu zaman yaşamımız çekilmez hale
gelir, gelişmeler durur, insan yaratıcılığı körelir, toplumdaki
zenginlik ortadan kalkar.
Bir kitabı okurken, birinin fikirlerini incelerken kendimi o
birinin yerine koyar, onun baktığı yönde görmeye çalışırım. Onun
gibi görür; o bakışın, o kavrayışın hayatın her noktasında
geçerli olup olmadığını görmeye çalışırım. O bakışta bir
tutarlılık, yaygın geçerlilik varsa “İşte” derim, “ … gibi
görüyorum” derim. Kendi içinde bütün, hayatı değerlendirmede bir
sistemli görüş olabiliyorsa olumlu bulur ondan yararlanmaya
çalışırım. Bir başka değerlendirme zaman, mekan ve olay
bakımından gerçeklik olarak, bütünlük içinde bir sistem
olabiliyorsa önemli sayarım. Hayatı kuşatan bir değerlendirme
olarak görür, onu sever, ona göre hareket tarzı bile
belirleyebilirim. Doğaldır ki her değerlendirme hayatı birbiri
kadar kapsayıcı olmayabilir. Bütüncül düşünme ve kavrama
sistemleri olarak felsefeler vardır. Düşün tarihinde birbirini
izleyen, biri diğerine temel olan veya biri diğerini yok sayan
çeşitli düşünüşler benimsemesek de her biri önemli fikir
sistemleridir. İnsanın tarihinde çok önemli düşünürler vardır ki
belirli düşünüş biçimlerinin kurucusu veya başlangıcı olmuştur;
bunlara da “Filozof” deriz.
Resimlerinizi yaparken illa bir düşünce içindesinizdir. Bu
bakımdan sizce felsefenin yeri ne durumda?
Felsefe, bence resim yapmak sanat yapmak için doğrudan bir
formül vermez. Felsefe, bir kişilik, kimlik oluşturup yürütmede,
geliştirmede dolaylı olarak yarar sağlar. Sanata dolaylı olarak
yansır. Doğrudan yansıdığını söylemem yanlış olur. Sanatı
bilimle özdeşleştirerek onu bir takım formüller içerisinde
düşünmek gibi sanat için yanlış olan bir yola sapmış oluruz. Ben
Sakıncalı görüyorum bunu. Birileri, formüle edercesine sanat
eserine ulaşmanın yöntemleri olduğunu ileri sürebilir; ben bunun
yanlış olduğunu söylemeliyim. Sanatta bizi kesin sonuca
götürecek yöntemler olduğunu söylersek sanat, sanat olmaktan
çıkar. Sanat “Bilim” haline dönüşür, ortaya çıkan ürün de şema
olmaktan öteye gitmez. İnsan ortadan kalkar; işin öznesi metot,
bir yaklaşım biçimi olur. İşte orada insansızlık görülür.
Felsefenin; sanatçının, ticaret adamının, (alanı ne olursa
olsun) bir askerin de meslek hayatı içerisinde başarılı olmasına
fayda sağlayacağını düşünüyorum. Başkalarının söylediğini,
yazdığını tam ve doğru anlayabilmek için, düşünüleni sunarken
başkalarının anlayabileceği mantıklı düzene sokabilmek için
gereklidir. Yani felsefe herkes için, her zaman, her durumda ve
yerde gereklidir. Felsefeyi, ona ilişkin sorunları daha çok
düşün alanında yazan kimselerin yazı ve konuşmalarında buluruz.
Bir de bütünlük gösteren insan yaşamında, yazım türlerinin her
birinde, plastik sanatlarda, müzikte… felsefenin yansımalarıyla
karşılaşılır. Ben bunlarda hep bazı şeyler arar bulurum.
Felsefeyi yalnız yazılmış soyut metinlerde değil, somut başka
ürün ve etkinliklerde bulabiliriz. Sanat ürünlerinin her
türünden seyircisine yansıyan düşünme biçimleri olduğunu
görürüz. Bir sanat ürünün doğrudan olmasa da dolaylı olarak öne
sürdüğü bir fikir vardır. Sanat eseri boş bir şey değildir,
soyut bir dili olsa bile onu oluşturan somut bir yaşam, o yaşama
temel olmuş bir amaç ve düşünüş biçimi vardır. Yaşanan hayatın
gerçekliğinde şekil almış sanat ürününün her birinin öncelikle
bir fikir ürünü olduğunu, bir biyopsişik tepki olduğunu
düşünüyorum.
Doğa ve Felsefe nasıl bir ilişki içindedir?
Genel olarak doğa insana çok şey öğretmiştir. Yeni açılımlara
neden olmuş, yeni için uyaran olmuştur. Esin kaynağıdır. Doğanın
herhangi bir olayını ele aldığımızda, gözlemlediğimizde ondan
çıkarabileceğimiz sonuçlar değerlidir. Ben kırsal hayatın
doğallığından şehir yaşamına katılmanın avantajını duyumsadım.
Düşünebiliyor muyuz, bir şehir ortamında, sokaklarda yürürken
dikey duvarlar, yatay yollar; dikdörtgen, kare, dairesel,
silindirik yüzeyler, çok sistematik şekiller… ama kırlara, açık
doğal bir ortama çıktığımızda belirli sistemlere göndermeler
yapan formlar yer almaz. Bir rahatlık, zenginlik görülür. Ben
doğal alanları çok daha mutluluk ortamı olarak düşünüyorum.
Oralarda daraltan, bastıran, sıkıştıran etkenler yer almaz.
Birini toplumdan soyutlarken dört duvar arasına atarlar, yeşil
bir vadiye değil. Dağın başına bırakmazlar.
Düşünmek ve İnanmak arasındaki fark nedir sizce?
Felsefeyi inançtan ayrı tutuyorum. Bizde bunları birbirine
karıştıran çok sayıda kimse vardır. “Ben buna inanıyorum” demek
başka, “Ben bunu düşünüyorum” demek başka şeydir. Bir şeyi
düşünüp yeniden gözden geçirince, o düşünüleni yeni bir bakışta
başka bir değerlendirmeyle yeni, bazen farklı sonuçlara
varabiliriz. Ama bir şeye inandınız mı, onu değiştiremezsiniz.
Olsa olsa aynı doğrultuda derine inebilirsiniz. İnanç ayrı bir
şeydir: Bir şeyi kabul etmektir, ön yargıyla kabule dayanır.
Birey için bu böyle olduğu gibi, toplumlar için de böyledir. Bir
toplumun düşünme toplumu olması ya da salt inanç toplumu olması
o toplumlardan her birinin insan-insan, insan-doğa ilişkileri
farklı olur. Düşünme toplumlarında bilimdeki evrensel kazanımlar
önemlidir. Birinde ele alınan konu bilimle sorgulanabilirken
ötekinde sorgulanamaz. Kabul edilir veya edilmez. Düşünme
toplumunda çeşitlilik yaşanılabilir, insanı hoşgörüye götürür;
inanç toplumunda hoşgörüden çok dayatma, kabul ettirme ve
buyruklar vardır.
Bir Sanatçı ile bir Filozof arasında ne fark vardır?
Çok büyük bir fark olduğunu düşünmüyorum. Felsefe alanında söz
kullanılır, sözcükler. Ama sanatçı şu veya bu malzemeyi (bazen
somut bir madde) kullanır. Sanatçı da, Filozof da etki yaratmak
üzere tutarlı bir sonuca gider, ikisi arasında sadece
kullandıkları malzeme farkı olduğunu düşünüyorum.
Şunu da eklemek istiyorum: Sanatçının yazmasını, felsefe
insanının da maddeye şekil vermesini.
Neden Özgün Baskı?
Resim yaparken vardığım bir sonuçtan bir tane değil, istediğim
sayıda eşitini elde ediyorum. Her birinin altında o resimden kaç
tane çoğaltıldığının özel bilgisi yer alır. Bu da o resmin
toplum içinde kaç ortamda yer alabileceği demektir. Özgün bir
Yağlıboya Resim asıldığı bir yerde kalırken, Özgün Baskının bu
yayılma durumunu dikkate alalım. Bu, sanatın halka yayılması,
demokratikleşmesi demektir. Ayrıca Özgün Baskı Resimlere
kullanıcının daha az bir ederle sahip olabilme avantajı vardır.
Özgün Baskının başka sanat ürünlerine göre daha çok hareket etme
ve yayılma olanağı var ve bu yönde engelleyici herhangi bir
kural yoktur. Uluslararası yayılma şansı vardır. Hem sanatçı
Özgün Baskısının bir örneğini kendisinde saklı tutabilir; özel
bir arşiv oluşturma olanağı elde eder, bunun da sanatçının
özdenetimi bakımından önemi vardır.
Görüşmeye Katılanlar: Dilberay
Köle, Şükran Abdioğlu, Seher Kahraman