|
Teftiş
Ülkemizde teftiş/denetim,
genellikle malî konulara bağlanıp hata, kusur ve eksik
arayan bir ceza makinesi şeklinde çalışmaktadır. Onun için, öğretim
yöntemleri, program geliştirme, rehberlik gibi eğitim
sisteminin temel konuları, bugünkü denetim faaliyeti gerçeğinin dışında
kalmaktadır (Varış,1978:238-239). Derslerle ilgili denetimin, özellikle yabancı
okullarda yabancı dillerle verilen derslerin denetlenmesinin nasıl yapıldığı,
denetimle neyin ölçüldüğü ve bunun hangi kadro ile gerçekleştirildiği açık
olarak bilenmemektedir. Bilinen bir gerçek varsa, o da bunun fizik olarak
mümkün olamayacağıdır.
Şöyle ki; 1987’de ortaöğretimde
(lisede) 93.397 öğretmen görev yapmıştır. Aynı yıl merkez teftiş kadrosu,
yaklaşık 338 kişiden oluşmaktadır. Bu durumda, bir müfettişe 228 öğretmen
düşmektedir. Bir müfettiş, bir yılda, tatil günleri dışında, 190 iş günü 8
saatten 1520 saat çalışmış ve bir öğretmene 6.6 saat ayırmış olacaktır. Ancak
bu, izinli raporlu olmadığı taktirde yapılan bir teftiş süresini ifade
etmektedir. Eğer müfettiş, Ankara’dan Dikmen Lisesi’ne, Edirne’ye, Erzurum’a,
Adana’ya gidecek ve teftişten sonra Ankara’ya dönecek veya başka bir il’e
geçecek olursa, hep bu 6.6 saati kullanmış olacaktır. Hâliyle bu 6.6 saat, 6.6
saniyeye düşebilecektir. Bundan dolayı, zaten normal genel teftişler de, 3-4
yılda bir yapılabilmektedir.
Teftiş konusu, branşlara
göre ele alındığında, durumun şöyle olduğu görülür: Türkiye genelinde, İngilizce
branşında 9, Fransızca’da 4, Almanca’da, 5, Sanat Tarihi’nde 2 adet müfettiş
bulunmaktadır. Bu müfettişlerin, Anadolu ve yabancı liseler de dahil,
Türkiye’deki 2.743 okulu teftiş ettikleri kabul edilmektedir.
Elbette bu kompozisyonda bir teftiş
kadrosunun, sağlıklı bir teftiş yapamayacağı ortadadır. Onun için DPT 1987 Yılı
Programı’nda teftişle ilgili tedbirlerin yer aldığı görülmektedir (1985
Yılı Prog.,1984).
Ancak şunu açıkça belirtmek gerekir
ki, teftişteki problemler, kadrosunun azlığından-çokluğundan ya da
ihtisaslaşmanın yokluğundan değil, işin şeklinden ve metodundan
kaynaklanmaktadır.
Örneğin, Rize’deki veya
Tunceli’deki bir okulun ya da bir öğretmenin Ankara’dan denetlenmesi ve bu
denetlemenin sağlıklı olması mümkün görülmemektedir. Çünkü, mahallinde bütün
unsurları ile canlı olan bir olay/dosya, Ankara’ya gelince ve üzerinden
aylar, hatta yıllar geçince adeta ölmektedir. Bu arada, olayın suç unsurları
ortadan kalkabilmektedir. Karar da, çoğunlukla bu cansız/ölü dosya
üzerinde verilmekte ve tabiatıyla teftiş, amacına ulaşamamaktadır. Bundan
dolayı, teftiş mekanizmasının kullandığı yaptırımların etkili olduğu
söylenememektedir. Bu konuda yapılan araştırmalar da, uygulanan müeyyidelerin,
ilgilinin görev yerini değiştirme şeklinde odaklaştığını
göstermektedir. Bugüne kadar, zihnî/ruhsal bir rahatsızlık dışında
meslekî ehliyetsizlik ve başarısızlığından dolayı bir öğretmenin işine son
verildiği kayıtlara geçmiş değildir.
Böylece, eğitimin her kademe ve
ünitesinde görülen merkeziyetçiliğin, acaba yatırımlarda kendini nasıl
göstermektedir?
|
|