"İnsan
hayat nimetlerinden (hayatın sunduğu iyilerden) vazgeçebilen, çıplak
realiteye ebedi hayır diyen, çıplak realiteyi ebedi yadsıyan bir
varlıktır."(1)
Çıplak gerçekler içinde yaşayamayan
düzen dışı insan, verilenle yetinmeyerek çevresini ihtiyaçlarına
uydurma uğraşısındadır.
"İnsan içinde bulunduğu,
yaşadığı real durumları yorumlayan ,onları belirli imgelerle
bezemeye çalışıyor. Böylece o, hayatı için bir umutlar
atmosferi sağlıyor. Bunun insanın içinde bulunduğu kültür düzeyi
ile de ilgisi yoktur. Çünkü hiçbir insan çıplak real durumlar içinde
yaşamaya katlanamaz. Onlara bir anlam verir, onları belli
hayallerle süsler. Belli hayallerle süslediği, belli değerleri yüklediği
bir durumu gerçekleştirmeye çalışır. Bunun için gerektiği
zaman özverilere katlanır ve hayatın sunduğu birçok iyi ve güzel
şeyden vazgeçebilir...En ilkel toplumların hayatları bile bu
ideleştirme fenomeninin dışında kalamaz;aynı olaylar-bunlar ne
kadar yalın olursa olsun-orada da karşılaşırız...
Kendi kendisiyle yetinen,
durumundan hoşnut olan bir insan düşünülemez bile; onda her
zaman bir gerginlik vardır. Buda onun yapıp etmelerinde ortaya çıkar.
Bu gerginlik insanı ardı arkası gelmeyen yapıp etmeler, eylemler
içinde bulundurur. İnsandaki bu gerginlik büyük çapta ya da küçük
çapta olabilir. Bundan dolayı da insanın başarıları da büyük
çapta ya da küçük çapta olur... Fakat böyle bir gerginliğin
eksikliğinden konuşulamaz. Çünkü bu gerginlik temeline insanın disharmonik varlık yapısında bulur.
Bilgi ve sanat insanı bırakmıyor; onu
gerginleştiriyor. Felsefi bilgi de -eğer bu metafizik bir kuruntu
değilse-aynı niteliktedir. Bu gerginlik insanı başarıdan başarıya
götürüyor. Başarı düzeyi ne kadar yüksek olursa olsun, insanın
bilme hırsı ve merakı dinmiyor; bu onun bilgisinin sınırlarını
ortadan kaldırıyor; insanı sınır tanımayan bir varlık yapıyor."(2)
1. Max Scheler 2. Takiyettin Menğüşoğlu